11
Nisan
2012
Tam demişken yaşasın bahar geldi. Dışarıda yağmur yağıyor. Hazırlamıştım kendimi dondurmalı tatlılara, akşamın bi köşesinde Bostanlıya yürüyüşlere. Çıkarmıştım yazlıklarımı, yerleştirmiştim özenle dolaptaki yerlerine. Sonra demiştim kendime biraz daha somon rengine ve mint yeşiline ihtiyacım var. Şakır şakır yağmur yağmaya başladı. İş çıkışı Bospa ya bile gidecektim bir çarşamba günü. Karşıyaka’nın bütün kokonaları oradan giyiniyor diye. Bende az kokona sayılmam yani. Ama sadesinden. Çok öyle dikkat çekmeyi sevmiyorum. İnsanlar yüzüme baktıklarında kıl bile oluyorum bazen. Ama kızlar baktımı başka. O zaman diyorum ki bak hiko bu seni kessin kıskandı. 😈
Hazır kıskançlıktan açılmışken konu, ıspanağın bile kıskanacağı enfes bir yemek yaptım dün. Aslında pazıya ve ıspanağa, zeytinyağlı yapıldığında klasik olarak pirinçte atılır ki topraklı tadı biraz olsun hafifleyebilsin. Ben bunun yerine bulgur ekledim. Pamuk annemin yaz mevsiminde kendi elleriyle yaptığı şişe domatesi ve öncü biber salçasını da katınca tadı enfes oldu. Ohh misler gibi. Kıskananlar çatlasın.
3
Nisan
2012
7-8 Nisan günleri 3.Alaçatı Ot festivali düzenlenecekmiş. “En fazla ot çeşidini kim toplayacak”, “En güzel otlu yemeği kim pişirecek” diye merak ediyorsanız. Gitmenizi tavsiye ederim. Fotoğraf makinemle orada olup fotoğraf çekebilmeyi yada yarışmalara katılmayı çok isterdim ama özel işlerim sebebiyle bu şimdilik mümkün görünmüyor. İzmir ‘li olarak festivale katılamasam da önceden haber vermeyi istedim. Çünkü Hamsi festivalinin yada 3.Ege mutfak zirvesinin yapılacağını önceden bilgi vermediğim için papara yemişliğim oldu.Şimdi gelelim festivalin kapsamına.
7 Nisan Cumartesi
8 Nisan pazar
19
Aralık
2011
Özlemin hergün beni arayıp hiko ya yazmadın mı daha laflarına dayanamayıp 3. ege mutfak zirvesi için yemek tarifi düşünmeye başladım. Aslında ege yemeklerini helede otlarını iyi biliyorum. Bildiğim diğer şeyse oradaki yarışmaya katılacak bayanların bu yemekleri benden daha fazla bildikleri. Sonuçta ben dünün çocuğuyum ve fazlaca amatörüm tamda yarışma için istedikleri bu. Sürekli gülecek bişeyler arayan benim için mükemmel malzeme olabilecek bu etkinliğe katılma niyetim yoktu. Çünkü ne kadar utangaç olmasamda, çok fazla ortada durmayıda istemem. Zaten yarışmaya girerkende öyle “kazanıcaaaaammm” gibisinden şeyler düşünmedim. Özlemde gelir, cuçi ve açide gelirse çok eğleniriz diye düşündüm. Evet kedi uzanamadığı ciğere pis dermiş konulu yazımızın da sonuna geldik şimdi geçelim diğer gelişmelere.
Babannemi ve annemi arayıp onlarında fikrini aldıktan sonra yarışmaya arapsaçıyla katılmaya karar verdim. Şeker suratlımla görev taksimi yaptığımızda ona arapsaçını bulmak düştü.
Çakma caponum, o pazar senin bu pazar benim arapsaçını arayadursun kiminin “hı? oda nedir?” gibi sorularına, kiminin ” valla abi geldimi ben onu eve götürüyom hanım pişirsin diye” laflarına maruz kalmış. Benimki hiç pes eder mi? Hemen dalmış cuma günkü Karşıyaka organik pazarına, ama yok oğlu yok. Arapsaçları sanki yer yarılmışta içine düşmüş. Sonraları pazarda envai çeşit otun bulunduğu bir tezgaha yaklaşıp;
-abi sizde arapsaçı bulunur mu? demiş. Pazarcıda tezgahın altından bir poşet arapsaçı çıkarınca şeker suratlım hemen kilosu ne kadar diye soruvermiş:
-15 lira.
-iyi bir kilo alayım o zaman
-yoook demiş pazarcı satamam 250 gr verebilirim en fazla deyince benimkisi köpürmüş
-Alda akşam yersin sen onu. deyip çaresiz düşmüş gene yollara…
Arapsaçlarına zorda olsa ulaşan çakma japonum için, cumartesi onları bol suda yıkayıp kuzu etli ve sızma zeytinyağlı üstelik bol soğanlı olarak iki tencere pişirdim. Biri bizim midemizi şenlendirsin diye diğeride yarışma için. Gece rüyamda arapsaçını tombiş jüriye nasıl sunacağımı kabuslar içerisinde görürken, sabah olduğunda korkulan oldu ve yola çıkma vakti geldi. Arapsaçını borcama yerleştirirken ikişer domates ve limonuda içerisine atmayı ihmal etmedim. Bunlar yapacağım süsler için.
19
Aralık
2011
Girit Kandiye den tüm umutlarını yanlarına alarak göç eden ailem. İzmir de yeni bir hayata merhaba derken mutfak kültürlerini burada sürdürebilme imkanı bulmuşlar. İzmir’in toprağı onlara taptaze otlar ve lezzetli zeytinyağını sunmuş, denizse masmavi bağrından bereketi bol balıklar. Dedem Buca da ki yeni hayatına başlarken evinin etrafında hep üzüm bağları varmış. Dedem de babannemle bir olup o bağların kenarında köşesinde yetişen lezzetli otları toplarlar, Sofralarını bu otlar la taçlandırırlarmış. Radika, turp otu, arapsaçı, şevket-i bostan, semizotu, ısırgan, ebegümeci… Gel zaman git zaman bağ evlerinin yerini küçük binalar yer almaya, zamanla da bu binaların yerine daha da büyükleri boy göstermeye başlamış. Binalar çoğaldıkça toprak ananın sundukları azalmış. Buca’nın bağları köylerinde kalır olmuş. Ama küsmemiş toprak ana, hep taze otlarını sunmaya devam etmiş Egenin bu güler yüzlü şirin insanlarına…
9
Aralık
2011
Server taşımak zorunda kaldığım için yazı yazamaz oldum. Sağolsunlar hiçbir halt içinde yardımcı olmadılar. Kendi başımaydım, ama şeker suratlım el atınca duruma iş değişti. Arapsaçını yapalı üç gün oldu ama yazısını şimdi yazabilmek nasipmiş.İş yerinde öğle tatili ve ayçiçek yağıyla yapılmış yemekler beni bekliyor. Kusura bakmayın kardeşler midecağızım alışkın değil size. Biraz olsun yesem sizi biliyorum alışacağım ve yaza ton balığı tadında merhaba diyeceğim. Sonrada vay efendim bu elbisenin modeli çirkin de , rengi beni şişman gösterdi de gibisinden palavralar sıkacağım. Halbuki misler gibi elbise, rengide enfes ama böyle büyük tüp gibi olursan anca sana tüp örtüsü yaraşır hanım kızım. Kime mi sesleniyorum. Kendime, vallahi kendime. Velhasıl buda demek oluyor ki öğle yemeğini gene salatayla geçiştireceğim. Oysa olsa ya şöyle zeytinyağlı bir arapsaçı. Gerçi arapsaçı dediğin kuzu etiyle yapılır ama dana etlide ağızlara layıktı doğrusu. Yanınada tazecik ev yoğurdu ohh değmeyin keyfime.